
***
Muhkem tepe üstünde süslü taştan konağın
Günlerdir sürüp giden tarifsiz telaşı var
Giren çıkan hüzünlü belli ki yok bir düğün
Bazen de duvarları aşıp gelir ah û zâr
Şemdin Ağa kapısın her daim açık lâkin
Bu sefer başka gibi misafirler hesapsız
Bir hastalık türemiş derler ölüm pek yakın
Sofralarda yemekler sayısız ve nisapsız
Hey gidi Şemdin Ağa yirmi köyün ağası
Dillere destan olmuş mertliği ve gayreti
Merhameti meşhurdur ger olmazsan sen âsi
El açanı çevirmez zekatlıdır serveti
Rivayet olunur ki konağın mahzeninde
Saymakla bitmeyecek onlarca torba altın
Dahi binlerce ırgat çalışır düzeninde
Uçsuz bucaksız toprak kaç parça tek bir bütün
Seksenine dayanmış sanırsın kırklarında
Saçları simsiyahtır boyu ikiye yakın
Heybetinde payı var yediler kırkların da
Naçar olduğun duyan kapıya akın akın
Kimse inanmaz zira hasta olacağına
Grip olduğu bile duyulmamıştır zinhar
Haber salınmış dünya her köşe bucağına
Nice hekim ve doktor çalışmış ley û nehâr
Altı aydır böğrüne saplanan nemrut acı
İki büklüm etmede dimdik duran adamı
Saatlerce kıvranır istemez kardeş bacı
Bir Allah bir de kendi titrer dîvanın damı
Ağrı kesildiğinde oturur taht misali
Etekleri sırmalı yüksekçe sedirine
Buyur eder içeri misafiri Mihrali
Belli etmez derdini ah eder kaderine
Her garibin rüyasın süsleyen mal varlığı
Gençleri kıskandıran upuzun boy ve endam
Hep zengindi ancak bilirdi de darlığı
Bol gönüllü olmaktı onca en büyük makam
Nice yıkımlar gördü nice talan ve savaş
Yüzünde durur hâlâ kötü kılıç yalımı
Kimi hızlı yaşadı kimi zaman da yavaş
Asla düşünmedi ki mutlak son ve ölümü
Ne vakit zorluk olsa para ile güç ile
Hallederdi müşkülü altta kalmazdı asla
Şimdi sınırsız mülkü sanki gelmişti dile
Sırtını bize değil artık mezara yasla
Gerçekler pek acıdır hem de nasıl acıtır
Ne sağlık ne zenginlik kimseye değil bâki
Hangi dost hangi yoldaş bu efkârı dağıtır
Beynine hücum eden cümle düşünce hâki
Su gibi akıttı ya altın ile parayı
Bir çare bulamadı en meşhur hastaneler
Verdikleri her ilaç iğdiş eder yarayı
Üç saat huzur bulsa altısında iniler
Tak etmişti canına bu tarifsiz acılar
Kesmiyor ki ağrıyı en kesif ilaç bile
Bitsin artık isterdi dua dua yüceler
Ölüm hayat ve dünya insana bin bir çile
Beklenmedik gayetle buldu koca sediri
Kâhya Mihrali baktı el kol işaretine
Buyur etti bekleyen konak misafirini
Güler yüzlü hâlini sayıp beşaretine
Uzun geniş salonu derin derin süzerek
Düşündü kısa süre ömür denen sayfayı
Bunca muhibbanıma son bir ders vermek gerek
Diye yüksek ses ile haber etti kâhyayı
İn hele şu mahzene getir üç torba altın
Onlarca baş donarak baktı Şemdin Ağa’ya
Demek efsane değil hakikat evin altın
Acep ne olacak ki buncasını kim saya
Nihayet geldi ırgat ellerinde torbalar
Kondu sedir üstüne Ağa’nın sağ yanına
Varlıkta belli olur cömertler ve zorbalar
Meraklı bakışları meftun etti tenine
Şemdin Ağa sakince daldırdı ellerini
Bir miktar çil altını döktü baştan aşağı
Avuç avuç vurdukça gerilen hâllerini
Kâhyada telaş korku sıkıp durdu kuşağı
Kurtarın hadi beni kurtarın ey altınlar
Gücünüz her sorunu çözüyordu ya hani
Süsünüze güvenip rahat rahat yatanlar
Bir ölüm karşısında çaresiz midir yani
Yüzüne vuran vura verdi son nefesini
Orda hazır olanlar gördüler bu ibreti
Varlık güzeldir lâkin hakikat nefesini
Unutmak çare değil cümle âlem seyretti
İster şah ister gedâ bir gün muhakkak göçer
Ders aldın mı sen izzet hiçbir güce güvenme
Denizde köpük gibi bir an gelir ve geçer
Yokluğa çok üzülme varlığa da övünme
***
08.08.2018
İzzet Irmak/Karataş
Bir yanıt bırakın